Duygusal Körlük

Kimse görmek istemeyen kadar kör değildir der çok sevdiğim bir söz. Ofisimde hemen her gün pek çok aldatma ve aldatılma vakası gelir. Diğer kitaplarımda da bunlara defalarca değinmişliğim olmuştur. Bu sefer ki vakamızın değişik ve anlatılması gereken yönü ise aldatılanın körlüğü şeklinde tanımlanabilir ki bazen duygusal körlük (psikolojik körlük), fiziksel körlükten daha zor ve de tehlikeli olabilir. 

İşinden gücünden kafasını kaldırmayan bir mühendis bey ve eşi ofisimdelerdi bu sefer; Neden buradasınız ? diye sorduğumda ise; aldığım cevap hayli sıradandı ve hayli sırdan bir şekilde aldatılanın sesi hiç mi hiç çıkmıyordu. ’’Kocam beni aldatıyor Murat bey’’. diyen hanımefendi şöyle devam etti. 

 

Eşimin kendi mühendislik bürosu var, biz İzmir’e oldukça uzak 4-5 saat mesafede bir ilden geliyoruz. Orada eskiden eşimle birlikte çalışmış, bir kadın çalışanımız vardı. İşten çıkartmıştık, ancak gel zaman git zaman bu kadın eşimi tekrar aramaya başladı. Boşandığını ve bakmak zorunda olduğu bir çocuğu olduğunu, mümkünse geçici olarak onu idare edip edemeyeceğimizi sordu. Bütün tersi yönde ısrarıma rağmen eşim onu işe aldı. Ben reddettim ama ısrarla acıdığını ve işe almak istediğini söyledi. Daha önce de türlü şekillerde ona maddi yardımlarda bulunmuştu. Tüm karşı duruşuma rağmen bunlar birlikte çalışmaya başladılar. Çok sık telefonlaştıklarını ve ne zaman eşimin yanına ofise gitsem eşimin elinin ayağının dolandığını farkettim. 

 

Başlarda çok umurumda da olmadı ve ne de olsa birlikte çalışıyorlar, yanımıza tekrar aldık benim onu çok da istemediğim belli o yüzden eli ayağı dolaşıyordur diye düşündüm. Ancak bir gün eşimi telefonundan aradım. Telefonu açıldı ama uğultulu bir şekilde de olsa onu ve ofisi duyabiliyordum. ‘’Aşkımm’' diye sesleniyordu eşim, ama eşim bana bile aşkım demezdi. İyice meraklandım acaba bir küçük çocuk ya da kedi köpek gibi bir şeye mi sesleniyor diye düşünürken, karşı taraf da eşime aynı şekilde ‘’efendim aşkımm’' diyerek cevap verdi. Kanım dondu hemen giyindim, kızımı komşuya alelacele bir bahane ile bırakarak evden fırladım. 10 dk. sonra kapının önündeydim. Kapıyı dinledim, aşkımlı, balımlı diyaloglar gülüşmeler ve öpücük sesleri devam ediyordu. Yedek anahtarımla kapıyı açtım. İçeri sessizce girdiğimden farketmediler bile aynı koltukta sarmaş dolaş oturuyorlardı. Kolay gelsin dedim, ikisi de beni görünce hayalet görmüş gibi oldular. Kadın hemen mutfağa kaçtı. Eşim tek kelime bile etmedi. Suratına tükürdüm ve ofisten çıktım. Avukatımıza koştum ve durumu anlattım. Avukatımız eşimin yakın arkadaşıdır. Hemen eşimi aradı ve ona ‘’abi sen ne yapıyorsun, bu da nerden çıktı şimdi’’ gibi şeyler söyledi. Hemen bir boşanma dilekçesi hazırlatmak istedim, ama avukatımız karşı çıktı. ‘’Ben onunla konuşurum’’ dedi. Ben de ağlayarak eve geldim ve internetten sizi buldum. Bütün bunlar bir hafta önce yaşandı ne yapacağımı bilmiyorum ve neden buradayım onu da bilmiyorum. 

Adama baktım ve kadın anlatırken de onun inceliyorum ve eşi anlattıkça iyice küçülen aslında 1.90 boylarında heybetli bu genç sayılabilecek adamın nasıl da kanepede yok olduğunu, eridiğini gördüm. 

 

Yalnız konuştuğumuzda adam net bir şekilde bunların hepsinin kendi suçu olduğunu ama neden bunu yaptığını bilmediğini ve karısını ve çocuklarını aslında çok sevdiğini söyledi. Onları asla riske atmayacağından bahsetti ve de ağladı ama durum da gün ışığı gibi ortadaydı. Bir daha ki seans için randevulaştık, aradan bir hafta geçti ve yeni seansta üçümüz oturduk ve konuşmaya başladık. Hanımefendi gayetle keyfli ve güleryüzlü bir şekilde söz başladı. Şimdi Murat beycim ben bu kadını araştırdım. Bu kadın daha önce de iki yuva yıkmış, bunu iş haline getirmiş, kendi eşinden de bu yüzden boşanmış, iğrenç, ahlaksız bir kadınmış, çocuğunun da babası aslında belli değilmiş dedi. Bence benim eşim masum bu pis kadın benim, gül gibi yuvama göz dikti, eşimin böyle bir insan olabileceğine  de inanmamıştım zaten, bence bizim bir sorunumuz da yok, terapiye de gerek yok, zaten gidip gelmemiz de zor oluyor, eşimin işleri de aksıyor… deyince; kahkahalarla gülsem mi, avaz avaz bağırsam mı, siz benimle dalga mı geçiyorsunuz mu desem, inanın karar veremediğimden sadece başımı emme basma tulumba gibi salladım durdum. 

 

Peki ne olmuştu da hanımefendi bir hafta içinde tam tersi yönde bir dönüş yapmıştı. Duygusal körlük ya da psikolojik körleşme; insanların genel olarak acıya tahammül edemediği, yaşananları olduğu gibi kabul edemediği durumlarda oluşur. Kişiler birden bire karşılarına çıkan aşırı can yakıcı olay karşısında, sıklıkla kullanılan savunma mekanizmalarını inkar, bastırma (birey için kaygı ve üzüntü verici olay ve durumların unutulmaya çalışılması ve bilinçaltına itilmesi) ve yansıtma (Başkasını suçlama ya da kendi suçunu başkasına atma) yoğun bir şekilde peş peşe kullanmaya başlarlar. Tüm bu savunma mekanizmalarının peş peşe kullanımı bir psikolojik körlük oluşturur. Kişi artı gerçeği çarpıtmaya ve olduğundan farklı algılamaya başlar. İşte hanımefendinin de kendine yaptığı buydu. Acıyla yüzleşemeyen beyni kendini kandırmıştı.  

Sonra ne mi oldu? Soru mu şimdi bu yahu? Tabii ki sonsuza kadar mutlu yaşadılar…

Şimdi ve tekrar anlıyorum ki; ‘’kimse görmek istemeyen kadar kör değildir’’.

Kalın Sağlıcakla…

 

Psikolog Dr. Murat SARISOY

Danışma Hatlarımız:

  • 0 232 464 00 60
  • 0 534 670 23 73
  • 0 554 580 25 10

Danısmanlık Konuları

Bizi Takip Edin

Free Joomla templates by L.THEME